25 Mart 2010 Perşembe

Haberci bildiriyor- "Dünya huzura kavuştu"


İlk kez 1965 yılında yerinden çıkan ve uzun yıllardir aranmakta olan Dünya'nın çivisi, 78 ülkenin destegiyle kurulan Dünya Güvenlik Örgütü tarafından bulundu. Çivi görkemli bir tören ile yerine takılırken, yurtta ve dünyada büyük sevinç gösterileri düzenlendi.

25 Ocak 1965 yılında ilk kez yerinden çıktığında; "dünya tarihinin en büyük felaketlerinden biri, Dünya'nın çivisi çıkmış, vay halimize" sözleriyle nitelendirilen Dünya'nin çivisi, dönemin Amerikan başkanı Johnson önderliğinde kurulan Dünya Güvenlik Örgütü tarafından bulunup yerine çakıldı. Dünya Güvenlik Örgütü başkan yardımcısı Atalay Şehmuz yaptığı açıklamada "Gelecek nesiller için büyük önem taşıyan çivi bulunmuştur, tüm Dünya'ya hayırlı uğurlu olsun" dedi.

Türk Ustalar da Ekipteydi
Kurulduğu günden bu yana Dünya'nın önde gelen 1500 ustasının görev yaptığı örgütte 14 Türk usta da görev yapıyordu. 30 yılı aşan emeğin olumlu sonuç vermesinden çok mutlu olduğu gözlenen Türk usta Erdem Yapar, "Dünya'nin çivisi yerinden çıktığından bu yana büyük üzüntüler yaşanıyordu artık bu acıya bir son verdik, bundan sonra herşey daha güzel olacak." diye konuştu.

Görkemli Tören
Madrid'de bir samanlıkta görülen iğnenin yanında bulunan çivi, tüm dünyada 40 milyon kişinin canlı olarak izlediği bir törenle yerine çakıldı. Törende Amerikan rock grubu Metallica sahne alirken, Türk halay grubu da halay çekti. Tören sonrası Türk Marangozlar derneği ise bir uyarı mesajı yayımladı. Çivinin yerine takılırken tahtanin yeterince zımparalanmadığını belirten dernek başkanı Ergin Karan, "İtalyan marangoz çiviyi çakarken hata yapti, o tahtaya dübel gerekirdi, şimdi bu çivi bir kaç ay sonra tekrar çıkar." diye konuştu. Konuşurken ağzından bir an için bile sigara izmaritini atmayan marangoz, çiviyi en iyi şekilde ancak Türk ustaların çakabileceğini iddaa etti.

Dünya Güvenlik Örgütü yetkilileri Ergin Karan'in iddaalarını dikkate almazken, çivinin tekrar çıkması ihtimaline karşı tüm önlemlerin alınacağı garantisini verdi.

7 Mart 2010 Pazar

Tarihin Akışını Değiştiren Bilimadamları


Tarihte bazı insanlar var ki bir yaşama bu kadar fazla bilgiyi ve icadı nasıl sığdırdıklarına şaşırıyorsunuz. Özellikle de son 50 – 60 yılda fizik ve matematikte çok büyük değişiklikler olmadığını gördükçe internetin olmadığı, paylaşımın ve iş birliğinin çok zor olduğu 17. ve 18. yüzyıllarda bu kadar çığır açan icatların yapılması beni hayrete düşürüyor.

Ayrıca bu devirde yaşayan bilim insanları sadece belli bir konuda da dünyayı bir adım öteye götürmemişler; fizikten mimariye, matematikten felsefeye kadar neredeyse her konuda söyleyecekleri birşeyler varmış. Bunlardan benim aklıma gelen ilk 2 kişi;
  • Sir Isaac Newton (1642-1727) : Calculus’teki ve ışık-renk ile yaptığı buluşlara ek olarak fizik dersi almış herkes Newton’un Hareket Kanunları’nı çok iyi bilir. Ondan tam üçyüz yıl sonra bile kanunlarında en ufak bir değişme olmamış ve hala üniversitelerde okutulmaya devam ediyor. 
  • Robert Hooke (1635-1703) : Aslında her ne kadar buluşlarından çok Newton’un onun fikirlerini “ödünç” almasından bahsedilse de Hooke, biyoloji, gazların yapısı, mimari ve meteoroloji gibi dallarda büyük buluşlarla ortaya çıkmıştır. Özellikle fizikte bulduğu cisimlerin esnekliği ile ilgili formüller Newton’ı bu kadar efsane hale getiren formüllerin altyapısı olarak sayılabilir.  

Dediğim gibi benim hala aklımın almadığı şey nasıl oluyor da bu kadar yıl önce bu kadar kusursuz formüller geliştirmiş olmaları. Hem de bu kadar farklı alanlarda... Aslında bir komplo teorim var bunlarla ilgili ama onu daha lakayıt bir yazıya saklıyorum :)

Tarihi değiştiren bilimadamları yazısında sadece iki kişiden bahsetmek büyük ayıp, büyük ihtimalle bu insanların yanında sayılabilecek onlarca insan var tarihin akışını değiştirmiş diyebileceğimiz. Hemen aklıma gelenler; Darwin, Leonardo Da Vinci, Descartes, Tesla, Edison, Mendel ve tabii ki Einstein. 

5 Mart 2010 Cuma

Evde Curling

Özgür'den...

3 Mart 2010 Çarşamba

Seyircinin Yönlendirdiği İnteraktif Sinema

Yıllardır böyle birşey olmasını istiyordum adamlar yapmış gerçekten. Bir zamanların macera kitapları vardı ya hani bilmem ne olsun istiyorsan 8. sayfaya git yoksa 11. sayfaya git sen de aralarına parmaklarını koya koya hikayeyi 8 kere bitirmeye çalışırdın... Bu da onun gibi olacak sanırım, baya da güzel olacak bence...


1 Mart 2010 Pazartesi

Mutluluk FM

Şimdi servis icinde kadın erkek eşitsizliği yaşandığı için çok mağdurum, yolda hergün Joy FM dinlemekten, ya kendimi kaybedercesine uyuyorum yada iş yapmak icin hevesle kendimi servisten atıp ofise kaçıyorum.. Joy FM, kimilerine göre gay müziği yapıyor.. Katiliyorum, yarım saat dinledikten sonra insan biraz yumuşuyor rahatlıyor, ama seveni çok. “Easy listening” tarzında ve kaliteli yabancı şarkılar çalıyor, bilirsiniz.

Velhasil uzun zamandir takipteyim, çalan neredeyse tüm şarkıların Türkçe versiyonları var, bu kadar olmaz... Hani kanalı bir değiştirsen tüm şarkıların Türkçe aranjmanlarından “Mutluluk FM” diye bir radyo oluşturabilirsin.. Ve enteresan bir kitlesi de olur ha..! Biraz örnek vereyim de; kaynak “bir yerin” demeyesiniz;

-Mia Pisto al Fosforo Sezen Aksu : Beni Yak Kendini Yak
-Consuelo Luz : Ercan Saatci/ Yastayim
-Kimler geldi kimler gecti / Ask eski bir yalan / Memleketim.... vs vs vs...

Peki neden Türkçe aranjmanlar bu kadar sık kullanılmış? Neden Türkiye özgün sanat eseri yaratamamış, Yunanistan/ İspanya / Fransa’da bu kadar yabanci dil aranjmanı şarkı var mi? Yok tabi...

Hiç düşündünüz mü neden elin Fransız’ı sanat eseri yaratıcılığını kullanırken nasıl bir Türk onu alıp Türkçe sözler eklemiş ve inanılmaz ünlü olmuş? Hatta direk Gönül Yazar “ La femme de mon Ami” yi “ Arkadaşımın Aşkısın”; ve “Life goes on” şarkısını “Hayat Geçiyor Hemen” ile direk sözlük misalı Türkçe’ye çevirmiş. Olmuş mu?

Hadi olmuşsa, bugün günümüzün en iyi aranjmanı “Sana değil kardeşine” şarkısı neden çalıntı damgası yedi? Sen değil misin Ajda’ya Türkçe çeviriler ile “süperstar” diyen. Erol Evgin’e kendi şarkısı yokken “ailemin şarkıcısı” diyorsun ya. Gerçi tamam bir Sezen Aksu’yu biraz ayrı tutuyorum, Sezen’in kafasına erişmek için herhangi bir şarkıcının daha çok yemek yemesi portakal tarlasında kendini kaybetmesi gerekir.

Şimdi dostlar, bu akım 70 ve 80 yıllarında doruk noktasına ulaşmış. Bu dönem enteresan, ithal ürün bulunmuyor, ki buna sanat eseri de dahil. Ulaşamadığı müziksel değerleri bile Türk üretim ile halletmeye çalışıyor. Sanayi ürünleri gibi ithal ikameci politika yani, Arçelik, Tofaş, Efes gibi markaların çıkışı da bu döneme rastlar. Ancak özellikle günümüzde orjinal içeriğe ulaşmak daha kolay, şimdi yabancı şarkıyı kullanmak tepki doğruyor. Ancak Avrupa her zaman ulaşmış orjinal içeriğe, bilgiye. Bu yüzden adam zorunda kalmış ve özgün eserler çıkarmış.

Bir başka nedeni ise, Türk’ün inanılmaz gücü; tembellik. Adam yan gelip yatmayı görev edinmiş, hazırı var kullanıyor. Yaratmaya üretmeye inanmayan bir toplumuz daha ne olsun! Bu millet Orta Asya’nin yemyeşil ovalarını, ırmaklarını kuruttu, çöl yaptı oraları. Resmen bir kıta boyunca ne kadar bağ bayır varsa hepsini yedi. Yetmedi, Çin’e dadandı, adamı ülkesine hapsetti, kilometrelerce duvar ördü milyonlarca Çinli. Artık otur birşey üret değil mi? Hayır, kavim kavim toplandı, Avrupa’ya kadar yürüdü, Fransızların / Germenlerin bile düzenini bozdu, Roma’yi devirdi. Osmanlı gibi bir devlet kurdu, ama sanayi kuramadı, alacak yer kalmayinca onu da batırdı... Tembel oğlum bu ülke, genlerinde bu var...

Diyeceğim şudur ki, 20-30 yıl yediniz zaten yabancı şarkıcıların ekmeğini, üretin artık. Üreten sanatçıya saygımız sonsuz; bakınız Serdar Ortaç’a: “Melek misin gümüş söğüt dalı mı?”.....