24 Ağustos 2010 Salı

Anti-Grup

Dostlar,

Daha yeni Flying Dutchmen de okudugum bir
yazi uzerine bir yorum yapma ihtiyaci duydum. Ozet gecmek gerekirse yazi, taraftar gruplarinin Avrupa’daki ustun etkinliginden bahsederken taraftarlikla ve fanatizm ile övünen Türk Futbol izleyecisinin taraftar grubu oluşturmada ve etkinleştirmede zayıf olduğundan bahsediyordu. Taraftar grubu “Ultra” kavrami sosyo-politik hafif sol eğilimli bir kesimi tabir etmek icin kullanilan bir terim haline dahi geldi. Gruplar hem bulunduklari şehrin, hem küluplerinin karar mekanizmalarinda etkin, liderlik yapan çözüm götüren ve diğer toplum bireylerini harekete geçiren kesimler oldu.

Ancak Türkiye’de en güçlü diye bilinen 3 istanbul takiminin taraftar gruplari, bu tip Avrupa gruplarinin etkinliğinin çok gerisinde kaldi. En çok bilinen Çarşı grubu dahi, bir kaç pankart hazirlamaktan öteye yerel yönetim ve kulüp yönetimi hatta ülkenin kararlarini etkilyecek seviyede düşünen tartışan ve eleştiren bir yapı olmaktan uzak... Peki ya ne bekliyordun ey hollandali- sıradışı bir grup kursak aramizdan birini de “başbakan ismail” tarzi başbakan mi yapsak? Yazi değinmemiş ama ben merak ediyorum işte bizde neden olmuyor bu işler ve aklıma geldikçe başlıyorum yazmaya brainstorming kafasinda:

Öncelikle en büyük sikinti ülkemiz uzerinde olan
doğu kültürü ve islami düşünce yapısı.. Bizim halkimiz kavgayi gürültüyü sever ama kolay kolay kendi icinde ayaklanmaz. Ekonomik krizlerde gördüğümüz tipik özelliktir bu; bizler “buna da şükür bir yolunu buluruz” derken, bati halki ortalığı birbirine katar kendi şehrini ateşe verir. Bakmayin siz kurtuluş harbindeki ayaklanmaya, oradaki yapi hem konjokturel olarak daha farkli bir Anadolu’yu iceriyor hemde 10 yillik savaş hali hiç kesilmemiş bir düzen var. Ki zaten Milli Mücadele’nin halkin tamami tarafindan benimsendiğini ve kabul gördüğünü düşünen dostlara çok fazla Kemal Kara’nin tarih kitabini okumuş derim... Bizler şükretmeyi, dua etmeyi sever, “Allah bir çaresini gösterir” demeye alışmış insanlariz.. Kemer sikariz, hatta galeyena gelip tek başına eylem yapmaya çalışan, bireyleri de bir güzel döver, yaka paça götürürüz. Inanin bir çoğumuza göre haline şükretmemek fazlasini istemek bir nevi günahtir, aç gözlülüktür... Aha size tipik bir doğu düşünce tarzı... O yüzden bizler tepkili, görüşünü savunan ve amaçlari peşinde koşan grup kuramayiz dostlar.
Bunun yaninda bir diğer özelliğimiz yine kültürümüzden kaynaklanir, ki bizler malesef grup/
parti ve çoğunlukçu paylaşımlara açık değiliz.. Ya ulan bizler lider /hükümdar seven insanlariz, bir grup olarak birlikte hareket etmek demokratik karar almak gibi bir yanimiz var mi? Atilla’dan Melikşah’a, Fatih’ten Kanuni’ ye bizler hep lider arkasinda giden bir toplumuz, baştaki adam ne derse gideriz peşinden.. Adam yürüyün dedi, Orta Asya'dan Viyana'ya kadar yürüttü bizi! Ha diyenler olacak: sonra Cumhuriyet’i kurduk, ve lider peşinden gitmiyoruz artik demokrasi var politik görüşümüz peşinden gidiyoruz değil mi? Hmm evet evet aynen öyle burcucum, seni “kral” tv in ile başbaşa birakiyorum... O yüzden dostlar bizler, düşünce yapisini savunmaya çalışan bir grubun peşinden gidip bir grup bilinci ile hareket edemeyiz, biz lider arariz aga..

Son olarak diyeceğim şudur ki, bu genel yapidan sıyrılmış, grubunu kurmuş kafada adam bulsan da destekçi bulamazsin be kardeş.. Bizim analarimiz her sabah evden çıkışta öğütler ; “aman çoçugum sen işine, okuluna git aman sağa sola anarşiklere karışma!”. Ya bu ne kada
r pasifize bir düşünce tarzıdır, sen karışma, sen bulaşma tarzi... Anti-politik insanlariz biz, bu işlere bulaşmak çok sikintili, grup kurmak ise büyük garipliktir. Sen bir taraftar grubu olarak şehrinde yaşanan trafik, sağlık, sosyal sorunlara tepkini gösteremezsin ki zaten, çünkü “aman sen karışma” diye alıştık biz.. Sen maçını izle evine dön aman bu tip işlere bulaşma, neyine senin bu grup işleri? Yani belki adam fikrini benimser, katilir ama destek vermez, gruba kaynamaktan çekinir, apolitize olmuştur çünkü kafasi...

Velhasil, Avrupa’li sormuş: “Sizin niye böyle etkin, siyasal ve sosyal görüşü olan taraftar birlikleriniz sivil gruplariniz yok?” Türk yanıtlamış “ Hade len ordan gelip buradan bizi kışkırtıyor anarşik i.ne, biz iyiyiz böyle çok şükür bizim taraftar alayina gider”. Gideriz dostlar be, gideriz...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Korea DPR


Askere gidenler bilirler. Acemilik denen 4 haftalık süreçte(kısa dönemler için bahsediyorum) 3 5 beden eğitimi hareketi, tüfekle ilgili hareketler, sağa dön - sola dön, esas duruş, yat, çömel gibi emir kiplerinin nasıl uygulanacağını öğrenirsiniz. Ama asıl önemli olan şey, ailelerinizin gelip sizi bi kaç saat boyunca izleyecekleri yemin törenine hazırlatmaktır. Kimin hangi sırada yürüyeceği, ne zaman komutana bakılacağı, tay adımlarının nerelerde atılacağı konusunda günlerce eğitim alırsınız. Sonunda da aileler ve komutanlar gelip sizi bir şekilde denetler..



Bundan bi süre önce Kuzey Koreyle ilgili izlediğim bir videoda ben diyim 10bin, siz diyin 20bin kişinin bando ekipmanlarıyla beraber aşırı senkron biçimde ülkelerinin kuruluşunun 75. yılını kutlayışlarını izledim. İnanılmaz uyumlu, hataya yer olmayan, bilgisayarda efekt olarak yapsanız ancak o kadar mükemmel olur diyebileceğim bir şekilde, insan değil de makineymişcesine hareket ediyorlardı. Bu törenler sadece senede 1 kere olmuyor; büyük liderin doğumu, Kore savaşının sonucunda emperyalist şeytan olan ABD’ye karşı kazanılan zafer kutlamaları, bağımsızlık günü, gençlik ve spor bayramı gibi bir ton günde bu inanılmaz gösterileri yapıyorlardı..




Şimdi matematiksel olarak düşününce yemin töreninde 1, 2 saatlik bir süre için korkunç baskı ve otorite altında 1 ay boyunca eğitim alan biz Türk gençlerinin dramı ile, senede 5-10 kere büyük lider’in karşısına çıkıp, hata yaptıklarında ülkenin saçma sapan yerlerine çalışma kamplarına gönderilme riski taşıyan, hayatlarının her anı denetim ve baskı altında olan gariban zayıf Korelinin dramı arasındaki fark matematiksel olarak buna eşit çıkıyor: ∞




Dünya kupasında Portekize 7-0 gibi garip bir skorla yenildikten sonra bu törenlerin yapıldığı alana çıkartılıp halk tarafından aşağılanma cezasına çarptırılan Kuzey Kore milli futbol takımı hakkında da çok yazılabilir. Ama Teknik Direktörlerinin ceza olarak bir inşaatta çalışmaya gönderildiğini söylesem gerisini siz tahmin edebilirsiniz sanırım..



Kutlamaları buradan izleyebilirsiniz..

5 Ağustos 2010 Perşembe

Shutter Island - Scorsese's Fire



Dostlar inceptiondan sonra begendigimiz filmleri yazma kafasina girdik hadi hayirlisi... Bu sefer size averaj Turk izleyicisinin
hakkini yediği fakat benim yine yerimde duramadan izledigim cok cok iyi bir filmden bahsedecegim: Scorsese’nin Shutter island’i son bir kac yilin sinemada izledigim en enteresan filmi belki de...

Yanliz filmi izleyeli cok oldu dostlar, o yuzden bu sefer biraz kaynak götüm durumlari olabilir, yada isimleri hikayeyi hatirlamak için bir kaç yeri okuyabilirim.. Ha plagiarism derseniz, sikayet edin lan.. yada istemiyorsaniz okumayin, ki bence internet uzerinde plagiarism (turkcesi ne ya bunun?) kavrami cok farkli boyutlara geldi.. Bunu da open source & paylasim kafali sevgili dostlarim bir yazsa da biz de okusak...

Neyse filme donuyorum yine full shutter island spo
iler, izlemediyseniz okumayin, sonunu da soyleyecegim cunku...

Spoiler starts---- (okumayin bakin bok edecegim filmi)-------

Simdi öncelikle dikkatinizi cekerim, film bir kitap uyarlamasi.. Ve sinema tarihinde kullanilmis siradan gorunen bir senaryoyu alip, Scorsese dehasi ile cok ufak hamleler ile seyirciyi yerden yere vuracak tabiri caizse, devreleri attiracak bir film haline getirmis... burada ince detaylara cok giremeyecegim fakat genel orgu uzerine yapacagim yorumlarimi...

Film genelde karanlik cekimler ve sikintili bir atmosfer ile basliyor ve hemen hemen hep oyle devam ediyor. Adamimiz Leo, bir polis olarak basliyor ise, ortagi ile beraber arastirmaya basliyorlar cinayeti, sanki sikintili bir tuzak dönüyor etraflarin
da, yeterli detaylari bulamiyorlar, hersey onlardan gizleniyor, korkutuluyorlar falan... Cok onemli bir hasta ve doktoru kayip, ulan bir oyun oynuyorlar diyorsunuz.. “cok akilli sinema izleyicisi”, “abi bu bizim polislerde bir yamuk olmasin” diye kıllanmaya basliyor...

Filmde flashbackler cok cok iyi kullanilmis, resmen bir şölen... oyle ki Leo (teddy dainels) in sikinitili durumunu WW2 da yasadiklarina ve karısının kaybına bagliyoruz önce, ulen diyoruz adam sapitmis biraz normaldir. Bu arada ww2 nin hikayesine bilare deginecegim... Burada hava da bozuk ada zaten deliler yurdu, adamda bir sikinti zaten makul karşılaniyor. Ancak filmin ilk vurucu sahnesi, polis dostlarimizin bir deli hanim kiziyla gorusmesi sirasinda yasaniyor. Kadin su istiyor, filmde ilk defa su verirken bir gariplik oluyor ve dolu gelen su bardagi bos mu boş su doluyor mu neyse ne o şekilde o su iciliyor?! Orada bir gariplik oluyor. Bundan sonra ise siradan seyirci ile kafasi acik sinemaci dostlar ayriliyor..

Ilerleyen sahnelerin tamami psiko gerilim kliseleri icinde devam ediyor, herkes yok ha katil Leo(Teddy) yok ha degil derken, garip aksiyon ve kosusturma sahneleri sonunda bir sizofreni klisesi ile aslinda katilin kendisi oldugunu ayni kisi olduklarini ve yaşadığı cok buyuk travma oldugunu ogreniyoruz.. “Aaa ben tahmin etmistim, ulen son dakikaya kadar merak ettirdi emin olamadik eheheh” laflari arasinda, hoop diyorum “o kadar da degil lan” aynen geriye donuyorum.

Bardakla su sahnesinden kafasi acik sekilde düşündürdükleri ve filmi şimdi bir de bu açıdan yaziyorum. Dostlar, su bardagi ve su sahnesinden sonra, cok ilginc bir sekilde, filmin her noktasina su damgasini vurmaya basliyor. Bastan beri “ada” hali dolayisiyla gorup de dert etmedigimiz bu su manyakligi, o sahneden sonra doruga ulasiyor.. Gunlerce durmayan yagmurlar, firtina sel felaket, yuz yikama sahneleri su icme sahneleri mukkemel sekilde koatik bir ortam yaratiyor. Karakter rüyalarinda da suyu goruyor. Haa “su” demisken ta
bi yine sinema sever dostlarim dikkat etmistir, suyun oldugu yerde “ates” de eksik olmaz. Suyu kafaya takmamiz ile ayni dakikalarda bu sefer “ates” de filmin icinde simgesel bir sekilde ortaya cikiyor. Mum isigi, sömine alevi, surekli çakmak ve sigara yanışı sahnelerini hatirlarsiniz.. uzerine magarada ateş yaninda geçen zamanlar, ve ateşli patlamalar.. yanginlar.. ruyada ates ve su gorselleri.. Ulen sonradan gördüm afişte bile ateş var!

Bu ates vs. su kafasini aklinizda tutun, 2 tane trajik flashback e geri donelim. Oncelikle adami bu hale getiren ailevi dram. Yaw o sahne daha ne kadar trajik cekilebilir.. Kadinin kaybi diye düşündüğümüz olay neye bağlandi, muhteşem.. O caresizligi, o trajediyi ve kaosu bu kadar zaman sonra bile gozumun onunde, unutmuyorum. Ve o sahnede yine su.. Simdi suyun neden kritik oldugunu anliyoruz, yada suyun tarihsel sembolik ozelligini “atesi sondurme hayati durdurma” durumuna bir gönderme bile olabilir. Bir de WW2 hikayesi var, kahramanimiz savas esiri olarak teslim alacagina Nazi askerlerini direk vuruyor, suçlu olup olmadiklarina bakmadan (yargilamadan). Yine manyak kafada bir sahne... Burada da hatırladığım kadari ile sanki ateş ve su kullanilmisti, sonra yangin mi cikiyor, yukaridan su puskurtuluyor, oyle bir sey olmustu diye hatirliyorum.

Uzun oldu, aralari geciyorum ama geldim filmin en güzel sahnesine. Son 30 saniyelik tamamen Scorsese imzali kapanış sahnesi.. Leo Son sahnede tekrar sizofren Teddy oluyor, doktor yanina geliyor, yine sigara ve ateş kafasi, aksani degisik bir sekilde hala ama hala şizofren Teddy oldugunu düşündügünü belli ediyor. Doktor diyor bu olmamiş beynini alalim, ama tam giderken “canavar gibi hatirlayaralk yaşamaktansa beyinsizliği tercih ederim” kafasinda bir cümle ediyor... Ama öyle bir yansıtıyor ki adam sahneyi bambaşka, oyunculuk da bir o kadar efsanevi kimse anlamiyor da sadece seyirci anliyor. Ve orada kafasi acik seyirci düşünmeye başlıyor:

Ulen yoksa; bütün olay adamin bütün hatiralarindan kurtulmak için yaptığı şizofrenik bir numara mıydı? Sadece hatirlayamamak için kendini Teddy olarak gösterdi cümle aleme, ve o şekilde son ayları yaşamış olabilir mi? Sürekli beyin ameliyatini doktorlara sormasi bu yüzden olabilir mi? Peki ateş bulunan sahnelerde numaradan şizofren, su bulunan sahnelerde adam kendinde olabilir mi? Su- saflığı ateş –sikintiyi simgeledi bütün film. Yada su ile yaşanan trajedi den sonra su saflığını kaybetti mi? Yaw adam numaradan sizofren mi oldu, yoksa şizofren oldu, sonra öğrendi sonra tekrar numaraya mi döndü? Bu loop kac kere yaşandi noluyor lan?

Son soz: Ateş vs. Su, Deli vs. Akıllı, gibi kavramlarin yaninda bir de enteresan tespit. İki kere flasback cinayeti var filmde, birinde adam “delirip” Nazi askerlerini vuruyor, ikincisinde anne “delirip” çocuklarını vuruyor. “akilli” seyircilerden hepsi Nazi askerinin ölümünü umursamiyor, anne ve çocuklarin hikayesi insanlari hüngür hüngür ağlatiyor. Hangisi neden daha tolere edilir oluyor?

2 Ağustos 2010 Pazartesi

the Fall

Dostlar, Uzun zamandir evde beklettigim, “yanina guzel bir hazirlik yapmadan kafa rahat etmeden izlemeyeyim su filmi” diye sakindigim “The Fall” filmini izledim sonunda. Bir Pazar aksami, yapilacak bir sey yok, elimde uzun zamandan sonra manava gelmis washington portakali, koyayim dedim su filmi.. Haftasonu da fena gecmemis hani, keyfim az cok yerinde; guzel bir film uzerine patlatsak bu hafta rahatca gecer diye dusunerek.

Tek sikinti; filmi yalniz izledim dostlar. “Vay anasini! Yuh aq!” tarzi yorumlari yalniz yapmak kesmedi ondan yazayim dedim, hem tekrar mahiyetinde kafayi toplamak hemde abi cok farkli kafalar vardi diye anlatmak icin.. Ustelik bu sefer kaynaklari da okumadim internette, dur dedim ben kafamdakini yazayim, sicarsak sivayacak birsey buluruz diyorum.. Bu arada telefonlar, takilmalar ve altyazi sikintisindan cok yavas izledim filmi, ondan bu kadar detaya sarmış olabilirim.. Dolayisiyla size izlediginizi varsaydigim filmi anlatacam yeni bir sey degil. Ha izlemediysen okuma artik yazimi, sana degil o zaman, spoiler icerir bozar keyfini...

Bak bundan sonra komple “the fall” spoiler---- kitleleri hedeflemiyorum oylesine yaziyorum sadece izlerken konusmadigim icin ve son kez uyariyorum... izlemediysen okuma..

------ Spoiler ------
Oncelikle bu hafta izledigimiz cok cok iyi sinifinda yer alan “inception” adli filmden sonra bunu izlemek iyi oldu. Inception da gorsellik, fikir ve senaryo orgusu iyiydi ama daha fazla derinlik daha fazla sembolizm daha fazla felsefe bek
ledik ya, tam kesmedi gazimizi dedik ya, bu filmde detaya ve sembole doyduk.. hatta bir ara vizyon karsisinda zevkten kahkaha attim, adam ne yapmis be abi.. Ha diyecegim sudur ben kendi anladigimi yaziyorum, uzman degilim gotumden uyduruyor da olabilirim, sictiysam kusura bakmayin..

Direk giriyorum detaylara dostlar, oncelikle oyunculuk ile baslayalim.. Kucuk kiz dokturmus filmde abi, bu kadar dogal bu kadar keyifli bir oyunculuk gormedim.. Ingilizce aksani, kelime dagarcigindaki yetersizlik, tek kolunu kullanarak yaptigi el hareketleri efsanevi... Bayildim kiza, kim bulduysa ellerine kollarina saglik...

Masal olayi bambaska, gercek vs masal iliskisi cok cok iyi yapilmis.. Hatta bir ara masal kimin masali diye kitlendigim anlar oldu. Soyle ki, adam “indian” diyerek kizilderili adam koyuyor filme, kendisi kovboy ya, kiz zayif ingilizcesi ile “hintli” yapiyor onu.. Yani masali adam anlatiyor ama kizin anlayışı ve bakis acisiyla izliyoruz, bir kac yerde yine bu yasaniyor baya iyiydi.... En sonda zaten kiz “benim hikayem de boyle olmaz” diyor ya kimin hikayesi iyice karışıyor orada... Adam git başkasindan dinle happy ending istiyorsan olayi da cok iyi...

Karakterler bir efsane.. Darwin, ki kendisini grubumuz icinde saygiyla anariz, cok ince sekilde dokundurulmus.. Bilirsiniz, Darwin’in bir ogrencisinden “ilham aldigi” aslinda olayin ogrencisinde oldugu soylenir. Yandaki maymun aslinda herseyi soyluyor kendisi de krediyi aliyor ya, cok cok hosuma gitti. Onun maymun olmasi ayrica iyiydi.. hele hele maymunun durdugu kaseden cocugun cikmasi tecavuz gibi oldu, maymundan gelme kafasi bu kadar mi guzel verilir emegine saglik..

Gelelim daha ince olaylara: Kelebek kafasi.. Bilirsiniz kelebek ruhun yeniden dogusunu, reankarnasyonu simgeler. Dusus, intihar vs yeniden dogus kafasi ile kelebek bu kadar mi guzel koyulur ortaya be abi.. Ince ince alttan kelebek vardi tüm filmde.. hayran birakti bravo..

Kelebek demisken hemen sahne gecislerine geciyorum, kelebegin adaya donustugu sahne, kahve dokulen ortuye basilan elin kana gecisi, agactan adam cikmasi ve daha nice gecisler efsanevi idi. Hay aq diye bagirdim tek basima evde.. bir gorsel sov yaratti.


Dinsel ogelere deginmek gerekirse, ruhu temizleme ve arinma kafasi farkli dini
sembollerle nasilda güzel verilmis alttan.. Sayarsak bir kacini: hristiyanliktan aldigi kilise ve ekmek parcasi sahnesi vardi mesela, ruhun arınması için yenirmiş, kiz o kadar saf ki ruh kelimesini bile bilmiyor düşünün. Musevilikten gelen çöl geçme ve su bile içilmeyen oruç benzetmesi. Sonrasi daha da efsane: Sans eseri yine bu hafta sonu Nat Geo da “Tabu” adli belgeseli izledim. Uyusturucu ve toplumlardaki etkilerinden bahsediyor izleyin. Neyse, Hindistan da Şaman kafasindan bahsediyor belgeselde, olay su, adamlar sabah aksam surekli “uyusturucu” tüttürüyorlar, nedeni ise ancak bu sekilde ruhlari dünyevi bosluklardan ariniyor ve dogru yolu görüyorlar. Simdi bu Şamanlari ben bir gun once izleyip üzerine bizim agactan cikan adami gorunce dedim bu Şaman. Ki zaten oyle cikti, adam yeşil otlara dogru koştu, zehirli denilen kagidi yedi, ve ayin başladi. Müzik dans ve şarkıcı lider tam bizim belgeseldeki şamanlarin aynisi.. Cok cok süper vermiş Şaman kafasini adamlar yeşil otlar uzerinde kendinden gecti ve sonra adamin uzerinde harita belirdi ve dogru yol gorundu.. Super.. Sonra yine arinma uzerine Mevlevi kafasi vardi. Tam ayni mantik diye biliyorum ruhun arinmasi. Baya iyi..

Filmde portakalin kullanilmasi da cok hostu bizler icin.. Hele yasli adamin portakali alip disleriyle oyun yapmasi efsanevi “godfather” sahnesine super bir göndermeydi.. Her zaman cok hos bulurum o sahneyi koskoca Godfather saklabanlik yapar ve birkac saniye sonra ölür.. Adam resmen film icinde film övmüs, ayni şaklabanlık yapıldı ve adam öldü sanki... Süper. Sinema göndermelerinin en mükemmeli filmin basinda, anahtar deliginden gelen gölge yansimasi ve ters gorulen gölge olayı idi. Sinemaciligin baslangicina saygi duruşu yapmış adam.. Bravo! Ki sonra eski film görüntüleri ve chaplin ile saygı duruşuna devam etmiş.

Başka ne diycektim lan, ha mekan ve müziklere yorum bile yapmiyorum bile yuh dedirten yerler vardi. Bir senfoni sanki butun film devam etti, Mozart miydi neydi bilmiyorum, cok hostu. Renkler acilar felan mest etti beni, sanki fotograf gibi kare kare hesap edilmis gorseller kac yilda cektiler bu kadar yeri bilmiyorum. Yada bilgisayar hilesi mi lan bunlar? Sikerim ha.. Mekanlarda bir kac kez gecen labirent kafasi da guzeldi, hayat labirent düşüş ve ölüm kurtuluş kafasi gibi geldi bana.. Ruyalar ve labirentler kafasini inception dan aldik bu hafta, krediyi kime verecez bilemedim simdi..

Düşmek üze
rine hic girmiyorum herkes ayri şekilde düştü cok efsanevi düşüşlerden; kolenin oklar uzerine düşmesi bir destan da vardi diye biliyorum. Düşme kafasinin insanlik tarihinde Adem Havva hikayesi ile başlamasi da konunun çok derin yerlere gittiğini söyleyebilir, o zamandan beri düşüş var ve belki aşk da var. Herkes de düşerek öldü gibi geldi bana ama emin degilim.. Kizin düşüşünden sonra gelen abuk görseller ise resmen ucurdu beni, kilitlendim. Masalin biterken adam ve kız arasinda yasananlar mutlu son olmasi olmamasi ve tüm bunlarin gercek hayatta bir aşk hikayesi ile bağlantili olmasi...

Neyse gunlerce yazarim ama yine de anlatamam gibi geldi simdi filmi.. Baska türlü birsey cünkü... 10 verdigim filmler azdir, her birinde takacak bir yer bulurum, masal kafasini hayal dünyasini da cok sevmem bilirsiniz.. Ama bu film olmuş.. 10 degil 11 olmuş... Olmayi birak sanatin zirvesine vurmuş, bir sanat eseri kıvamında.. Hatta o maske kafasi da bir sanat eserinden galiba, bir resim miydi neydi?

Size daha nice temiz ruhlu gunler dilerim..
Osman